Toprak Mahsülleri Ofisi’nin son dönemde KT Sukuk Varlık Kiralama üzerinden yapmış olduğu sukuk ihracına ilişkin eleştirel bir yazı, Sakarya Üniversitesi İslam Ekonomisi ve Finansı Araştırma Merkezi (İSEFAM) araştırma görevlisi Salih Ülev tarafından kaleme alındı. İşte o yazı:
“Sukuk, 2010 yılında mevzuatımıza giren ve aynı yıl ilk ihracı gerçekleştirilen İslami bir sermaye piyasası ürünüdür. 2010 yılından beri Türkiye’de pek çok sukuk ihraç edildi. Hazine Müsteşarlığı gibi kamu kuruluşunun yanında Kuveyt Türk, Türkiye Finans, Aktif Bank gibi bazı özel bankalar da sukuk ihraç ettiler. Son olarak, 24 Kasım 2017 tarihinde de Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından sukuk ihracı gerçekleştirildi. Bu ihracın önemli bir özelliği, Hazine Müsteşarlığı’nın dışında bir kamu kuruluşunun yaptığı ilk ihraç olması. Nitekim daha önce Hazine Müsteşarlığı dışında bir kamu kuruluşu sukuk ihraç etmemişti. Bu ihracın bir başka özelliği de dayanak varlık olarak ilk kez tarımsal emtia kullanılması. Bilindiği gibi şu anki mevzuatta sukuk, kira sertifikası olarak adlandırılıyor. Sukukun mudaraba sukuk, müşareke sukuk, murabaha sukuk, icare sukuk gibi birçok türü var. Bizim mevzuatımızda ise sukuk, kira sertifikası olarak tanımlanmış, yani sadece icare sukuku ifade ediyor. Bu durum bir kavram kargaşası oluşturuyor. Dünya literatüründe sukuk bütün bu türleri kapsarken ülkemizde sukuk dediğimizde sadece kira sertifikası anlaşılıyor. Bu durum aynı zamanda ülkemizde yeni yeni gelişmeye başlayan İslami finansın da gelişimini sınırlandırıyor. Sukuku sadece icare sukukla sınırlandırmış olmakla birlikte İslami finansal enstrümanlara yatırım yapacak yabancı yatırımcıların da kafasını karıştırmış oluyoruz. Kavramla ilgili bu ihtiyacı dile getirdikten sonra buraya bir virgül koyalım. Şimdi de halihazırdaki sukuk işleyişine, sukuku satın alacak bireysel yatırımcılar nezdinden bakarak bir değerlendirme yapmaya çalışalım.
Uzun yıllardır ülkemizde faaliyet gösteren katılım bankalarının durumu ile kıyaslayarak bazı değerlendirmelerde bulunabiliriz. Halk nezdinde katılım bankaları çok fazla bilinmiyor. Katılım bankalarının işleyişi hakkında doğru bir bilgiye sahip olmayan, bu nedenle bu kuruluşların faaliyetlerinin konvansiyonel bankalardan farklı olmadığını düşünen pek çok insan var. Bir murabaha işleminin nasıl yapıldığı noktasında halkın kafasında pek çok soru işareti mevcut. Bu soru işaretlerinin oluşmasının birinci sebebi katılım bankalarının kendilerini halka anlatmadaki başarısızlığıdır ki bu İKAM’ın yaptığı “Kamuoyunda İslam İktisadı Çalıştayı’nda ayrıntılarıyla ortaya koyuldu. İkincisi ise mevzuatımızın katılım bankalarının hareket alanını kısıtlamasıdır. Örneğin, mevzuat murabaha işleminin gerçek anlamda murabaha gibi yapılmasına izin vermiyor. Çift vergilendirme olacağından vekaletlerle iş halledilmeye çalışılıyor. Bu durum da halk nezdinde bu işlemlerde gerçek bir alım satım olmadığı yönünde bir intiba oluşturuyor. Dolayısıyla halk da katılım bankalarını diğer bankalardan farksız görüyor. Aynı durum nispeten yeni sayılabilecek İslami finansal bir ürün olan sukuk için de geçerli. Sukuku, İslami finansal bir ürün olarak gören insanlar sukuktaki kira geliri ile faiz arasında bir fark görmez de kira gelirinin aslında faizin adı değiştirilmiş hali olarak görürse bu ürüne olan teveccühü de yok olacaktır. Katılım bankası işlemlerinin fıkha uygun olarak yapılmadığını düşündüğü için bu bankalardan uzak duran insanlar, yeni İslami sermaye piyasası ürünlerinden de aynı gerekçelerle uzak duracaktır. Eğer İslami finans gelişecekse, bu gelişimi sağlayacak araçlardan biri de yeni finansal ürünler olacak ve bu ürünlerin başarıya ulaşması talep tarafıyla, yani yatırımcıların bu ürünlere teveccühü ile gerçekleşecektir. Zira talebi sınırlı olan bir ürünün de gelişimi sınırlı olacaktır. Dolayısıyla mevzuatımızın, İslami finansal ürünleri tam anlamıyla fıkha uygun olarak uygulanabilecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Yani, bir İslami finansal yöntemi kullanacak olan kurumun, bu yöntemi kullanırken fıkıh kurallarının dışına çıkamayacağı bir zeminin oluşturulması elzem. Bu da fiili durumla, finansal ürünün altında yatan sözleşmelerin birebir örtüşmesini, sözleşmede ne yazılmışsa fiiliyatta da onun gerçekleşmesi demek oluyor. Sözleşmede kim neyi satın alıyor, kim neyi alıyor, kim neyi kiralıyor, kim kime vekalet veriyorsa bu işlemlerin fiiliyatta vuku bulanında da gerçek anlamda satım, kira veya vekalet olması gerekiyor.
TMO’nun ihraç ettiği sukuk işlemine bu pencereden bakmaya çalışalım. Öncelikle bu ihracın altında yatan işlemleri izah edelim. Kim neyi alıyor, kim neyi kiralıyor anlatalım. Henüz bu ihraçla ilgili çok ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. TMO üst yöneticilerinin konuşmalarının yer aldığı haber metinlerinden ve Halk Yatırım’ın web sitesindeki ihraç belgesinden öğrendiğimiz kadarıyla yorum yapmaya çalışacağız. Bu sukuk ihracı TMO adına KT Sukuk Varlık Kiralama A.Ş. tarafından gerçekleştirilmiş. İhraca aracılık eden kuruluş ise Halk Yatırım Menkul Değerler A.Ş. olmuş. İhraç halka arz edilmeyecek, şimdilik sadece kurumsal yatırımcılar ile nitelikli bireysel yatırımcılar bu kira sertifikalarını satın alabilecek. Bu kira sertifikalarının dayanak varlığı ise TMO’nun mülkiyetindeki ve kurum depolarında saklanan Anadolu tipi kırmızı sert ekmeklik buğday. Sertifikaların nominal değeri 100 milyon lira ve vadesi 88 gün. İhraç edilen sukuk türü ise yönetim vekaletine dayalı sukuk. İhraç işleminin aşamaları ise şu şekilde yapılıyor:
KT Varlık Kiralama şirketi (KT VKŞ) TMO’nun deposunda bulunan buğdayları temsil eden makbuz senetlerini satın almak amacıyla sukuk ihraç ediyor. Sukuku satın alanlar söz konusu buğdayın parasını KT VKŞ’ye teslim etmiş oluyor. KT VKŞ, sukuk ihracıyla elde etmiş olduğu bedelle söz konusu buğdayı yatırımcılar adına TMO’dan peşin olarak satın alıyor. Akabinde TMO’ya bu buğdayları satması için vekalet veriyor. KT VKŞ, TMO’ya diyor ki “sen bu buğdayları üçüncü kişilere benim adıma sat, vade tarihinde de gelirini bana teslim et, ama senin sattığın fiyat benim aldığım fiyattan düşük olmasın. Yani zarar etmeyeyim.” TMO da bu garantiyi veriyor. TMO buğdayı üçüncü kişilere satacak ve gelirini de vade tarihinde (ihraçtan 88 gün sonra) KT VKŞ’ye teslim edecek. Eğer üçüncü kişilere satamazsa KT VKŞ’ye sattığı fiyattan buğdayı geri alacak. TMO buğdayı üçüncü kişilere sattığında ya da kendi geri aldığında KT VKŞ’ye, elde ettiği satım bedelini teslim ediyor. KT VKŞ de satış gelirini sukuk sahiplerine payları oranında dağıtıyor.
Bu sukuk ihracı ile ilgili problem oluşturabilecek noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:
1-TMO, buğdayın satımı için sukuk sahiplerinden vekalet alıyor. Ama satamazsa kendi satın aldığı fiyattan geri almayı garanti ediyor. Eğer bu vekalet gerçek bir vekaletse böyle bir garantinin şart koşulması pek makul gözükmüyor.
2-Sukuk sahipleri buğdayı TMO’dan satın alıyorlar. Ama buğday, sukuk sahiplerinin mülkiyetine geçtikten sonra da TMO’nun depolarında duruyor. Satım akdinde satılan buğdayın satıcının deposunda durması şart koşulmuşsa bu şart fasit bir şart olarak gözüküyor. Eğer satım akdinde şart koşulmayıp satım gerçekleştikten sonra TMO ile sukuk sahipleri arasında buğdayın TMO’nun depolarında durması için bir kira akdi gerçekleşmişse bu makul olabilir. İhraçla ilgili sözleşmelerin içeriği ile ilgili ayrıntılı bilgilere sahip olmadığımızdan bu depolama işlemi ile ilgili nasıl bir yol izlendiğini bilmiyoruz.
Bu iki husus ihraçla ilgili ayrıntılı belgeler yayınlandığında aydınlığa kavuşturulacaktır. Fakat tekrar vurgulamakta fayda var. İslami finansal ürünleri tasarlarken bu ürünlerin altında yatan sözleşmelerin fiili durumu yansıtması, işlemlerin sadece kağıt üzerinde kalmaması, gerçek bir ticari hayatta ne oluyorsa aynısının gerçekleşmesine dikkat etmek gerekiyor. Merkezi bir Şer’i kurulun tesis edilmesi sözleşmede yazanla fiiliyatta gerçekleşen işlemlerin farklı olmasının önüne geçilebilmesi açısından önem teşkil ediyor. Bu kurulun tamamen bağımsız olması ve kararlarının da bağlayıcı olması gerekiyor. Nitekim düzenleyici kuruluşlar da bu durumun farkında. Yakın zamanda BDDK tarafından hazırlanan Faizsiz Finans Kanun Taslağı’nda böyle bir kurul öngörülmüş. Umarız bu yasa bir an önce yürürlüğe girer ve İslami bankacılık ve finans piyasalarımızda ayakları yere basan, fıkhi kurallara sıkı sıkıya bağlı finansal ürünler oluşturulur. Aksi takdirde yeni yeni gelişen İslami sermaye piyasası ürünlerinin güvenilirliğinin sağlanması ve halk nezdinde kabul görmesi çok daha zor olacaktır.”
Kaynak: http://www.isefam.sakarya.edu.tr/?p=1389
İlk yorum yapan siz olun